Sıkışmışlık Hissinden Nasıl Kurtuluruz?
SIKIŞMIŞLIK HİSSİNDEN NASIL KURTULURUZ?
Bazen sıkışmışlık hissi gelir üstümüze. Hayat rutine binmiş, zorunluluk ve sorumluluklar bizi esir almıştır. Her şeyi, herkesi bırakıp uçup da yok olası gelir insanın; ama yapamayacağına dair milyonlarca bahane üretir kendine. Zorunluluk dediklerimiz, üzerimize sürekli aldığımız sorumluluklardır aslında. Bir süre sonra bize görev adledilmişliklerdir. Bir kere yapmasak, o ana kadar yaptıklarımız hiçe sayılacağından, emeklerimize kıyıp da bırakamayız. O emekler, her şeyi yapa yapa topladığımız sevgi puanlarıdır, basılmamış takdir belgeleridir. Hiç kıyamayız silinip gitmelerine; sevgi saygı, onay beklediklerimizin onları bir çırpıda çöpe dönüştürmesine.
Devam ettikçe, yükümüz ağırlaştıkça kanıksanır oysa yaptıklarımız da, fedakarlıklarımız da. Herkes daha çok her şeyi bekler olur. Neden beklemesinler ki, kim istemez hayatını her alanda kolaylaştıracak bir gönüllü hizmeti almayı.
Alan öyle alışır ki; sanki hayatı kolaylaştıran köleleşmeye mahkum, ses çıkarmaya ürkek, yorgun kişi dünyaya sırf bu amaç için gelmiştir. Sevgi, onay ve değer uğruna yapılan fedakarlıklar görmezden gelinmeye başladığında, değersizleştirme de tam o noktada başlamıştır. Ne yaparsanız yapın yaranamazsınız kimseye. Bilinç düzeyinde yaranmak için değildir yapılanlar aslında, ama bilinçdışı sevgi ve takdir için yol bulmuştur kendine. İşte yorgunluğun, anlaşılmazlığın, değer görmeyişin, takdir edilmeyişlerin bedene verdiği histir sıkışmışlık. Herkesin tarifi farklı, bedenin farklı yerlerinde hissediş ve acı skalasındaki yeri farklı ama çıkış yolu konusundaki labirentteki kaybolmuşluğu aynıdır.
Bunalmışlığından muzdarip insanlar, bu hissin tek kelime ile kendilerinde yarattığını anlatmak için ‘’sıkışmışlık’’ terimini kullanıyorlar. İçinden çıkılamaz, kıpırdaması imkansız bir karanlığı anlatıyorlar çoğu zaman. Yol bulamamanın, yada bu karanlığı kabul etmenin yüküyle boyun eğdikleri zorunlu kabulleniş, artık kendini anlatmayı, isteklerini dile getirmeyi, duygularını anlatmaya çalışmayı da bir kenara bırakmalarına sebep oluyor.
Anlaşılamayacağından emin, kendini karanlıklara mahkum görme ve vazgeçiş bataklığında gün geçtikçe kalma yerine bir durup düşünmeli oysa;
Sürekli verici olmak bize mi iyi geliyor, başkalarına mı?
Hep fedakarlık yapmazsak ne olacağından korkuyoruz?
Kontrol bizde olmazsa ne olur?
Şimdiye kadar yorulup söylenmek yerine başkasından bir şey isteyebildik mi? İstersek ne olur?
Anlaşılamadığımızdan yakınırken, küsüp mü anlaşılmayı bekledik, yoksa bu durumun bizde yarattığı duyguyu mu ifade ettik?
Sadece her şeyi üstlenip de birilerinin hayatını kolaylaştırırken sevilip, var olduğumuzu hissediyorsak; önce bize böyle düşündüren sorunu bulmamız gerekmez mi?
Olduğumuz gibi davranıp, yapabileceklerimizin sınırını etrafımızdakilere anlatıp, kabul görmeme korku ve kaygısını yaşıyorsak, denenmemişin en kötü halinden, kaygıyı kendimizi bırakıyor olabilir miyiz?
En kötü senaryonuzu önünüze aldığınızda, diyelim ki siz vermeyi bırakınca herkes gitti; en kötü ne olur? En kötü sizi siz olduğunuz için değil de, menfaatlerine iyi gelen kişi olduğunuz için yanında tutanlardan kurtulur ve sizi siz olduğunuz için seven, değer veren ve onaylayan insanlarla karşılaşma şansı bulursunuz