Blog

Sorularımızın Cevaplarını Nerede Arıyoruz?


Bitirmek üzere olduğumuz yılda arama motorlarına en çok sorulan soruların , ‘Yetersiz miyim?’, Değersiz miyim?’, ‘Seviliyor muyum?’ ; gibi sıralandığı konusunda yazılar var. İnsanın içinde hissettiklerini kimseyle paylaşamadığı, en yakınlarına dahi dile getirmekten çekindiği ve rahatsız edici duygulardan kurtulamadığı zamanlarda, en azından bir yerlere yazıp cevap bulmaya çalıştığı, yüreğini sıkıştıran, boşluk hissine yenildiği zamanların klavyeden medet umma çaresizliği belki de. Belki de mutlu, özgüvenli, ahkam kesen, ‘ben’ ve ‘benim’den başka kelimelerle cümleye başlarsa, dinlenmeyeceğini düşünmek, ancak kendini merkez gösterme algısı yaratarak, kendinden bile bir süre uzaklaşma güdüsü çağımızın .

İnsanın kendine sorması, kendi derinliklerine inerek bulması gereken bu soruların cevaplarını buralarda araması, aslında kendiyle arasına koyduğu mesafenin göstergesi. O derinlerde bulacaklarından korkması, yüzleşeceklerine hazır hissetmemesi, içini kemirenlere duyarsızlaşarak bedensel ve ruhsal bütünlüğünü ilkel bir savunma geliştirerek koruma çabası.

Bu soruları uzay boşluğuna sormak yerine kendiyle bir halleşmesi lazım insanın, soruları genişleterek kendine sorması, cevaplar araması. Sürekli cevap kısmına başkalarını suçlayacak isim listesi yapması yerine, kendi içindeki manipülatöre bir göz atması. Kendisini tetikleyen geçmişle hesaplaşıp, bugünkü haliyle kendini kabule geçmesi. Kendini olduğu gibi kabul etmeyen bir insanın, başkalarını kabul etmesi mümkün değildir. Çocukluğu boyunca onay ve takdir görmemiş insanın, başkasını onaylamak gibi bir davranışta bulunması ne kadar zordur. Kendini her yetersiz gördüğünde, başkasında yetersizlik arar; kendini her onaylamadığında diğerlerini beğenmez. Kendini sevilesi görmediği zamanlarda, başkasını sevmesi mümkün olmaz; haset girer işin içine, eleştirir. Daha iyisini yapma yetisi olmasa da, yapılan kendi işine yarayacak olsa bile eleştirir, beğenmez, üstüne çizik atar. Kendi içine dönmek daha da kötü hissettireceğinden değişip dönüşmek arzusu da olmaz, her kötü hissettiğinde başkasını suçlamak, ben ve benim demek kısa süreli bir yatıştırıcı görevi görür, plasebo olduğunu anlamaz bile.

O kadar düşünür ki aslında bunu, kendi yetersizlik duygusunun derecesini ne diye adlandırdıysa, daha düşük not verdiklerini tutar çevresinde, iyi hissetmek için. İnsanoğlu ama işte, olmadık zamanlarda olmadık yerlerde beynindeki istemsiz şekilde tek kelimeyle dökülebilir dilinden. Bazen kendisi fark etmez bile, bazen yanılsamaların içinde kaybolmuşluğuyla, yada etrafına kendi topladığı ve kendinden düşük kapasiteli olduklarını varsaydığı onaylayıcılarıyla kendinden başka kimsenin duymadığı veya anlamadığını varsayar bu kelime firarlarını. Ancak Freud’un dediği gibi, ‘Dil sürçmesi diye bir şey yoktur. Bilinçaltında saklanan bir gerçeğin, bilinçsiz bir anda ağızdan çıkarılması vardır.’ Bir de bunları duyup, farkına varıp, daha fazlasına katlanamayacağını düşünenler…

Umarım bu sayfayı okuyanlar, arama motorlarına sormak yerine kendine soru sormaya ve cesaretle cevaplayarak, kendinin bir üst versiyonunu yapılandırmaya hazır olanlardır. İster kendinize sorup, cevaplarınıza bir göz atın, isterseniz gelin doğru koçluk sorularıyla sizden gelecek cevaplara beraber bir göz atalım. İnsanın kendi yolculuğuna çıkması için, zaman ne çok erken, ne de çok geç geçtir. Doğru zaman, hazır hissettiğiniz zamandır. Başkalarının tam hissetmesi için bir parça olmak yerine, kendi bütünlüğünüze bir yolculuk yapmak, arama motorlarında bile sorularınız görülüyorken, koçluk etiği içinde konuşulanların o seans içinde kalması ve kendi potansiyelinizin keşfi için neyi bekliyorsunuz?