Blog

Bazen Vazgeçmek Gerekir


İnsanın anlaşılmadığı, değer görmediği, sevildiğini hissetmediği yerde kalmaya devam etmesi ne kadar zordur. Bu yer kimi zaman işyeri, kimi zaman sosyal çevresi, kimi zaman ailesi, kimi zaman sevdiğinin kalbidir. Hayata değerlerimiz üzerinden tutunur, beklentilerimizi ihtiyaçlarımız üzerinden algılarız. Bazen bir sevgi kırıntısı için anlaşılmayı beklemekle geçer zaman. Çabanın anlaşılmadığı, verilen sevginin değersizleştirildiği süreç uzadıkça düşünce girdabı boğmaya başlar insanı. Dile getirmekten imtina edilen beklentiye karşılık bulunmadıkça öfke patlamaları kaçınılmaz olur. Kişinin verdiği sevgi, değer ve aidiyet görev tanımı gibi algılanmaya başladığında, beslenemeyen iç dünyada karmaşa başlar. Öfkesine sebep arayan bireyin kendine dönme gücünü toplaması kolay değildir. Vermeye alışmış, istememeyi alamamayı normalleştirmiş; anlaşılmayı beklerken içinde oluşan öfkeyi bastırmayı otomatikleştirmiştir.

Duygularını bastırmayı ve sürekli başkalarının yaptıklarını kendi olgunluğu ve anlayışlı tavrıyla sindirmeyi aslında çok önce, çocuklukta öğrenmiştir. O zamanlar sadece ebeveyni üzerinden işe yarayan ve hayatta kalmasını sağlayan bu eylem, yetişkinlikte ilişki kurduğu alanlar artınca, bir çok yeni cephe açıldığı için savaşmayı zorlaştırmaya başlar. İş yerinde alttan alır, sosyal çevresinde uyumlu olandır, özel ilişkisinde yapıcıdır. Yapar, inşa eder, ayakta tutmaya çalışır ama sınırları o kadar ihlal edilmiş ve ihtiyaçları önemsenmemiştir ki, kırılma noktasının kapıyı çalması an meselesidir.

Öfkesi ve isyanı, hiç dile getirilmemiş ihtiyaçların ortaya dökülmesi ve çevresine verdiği son şanstır aslında. Bu haklı isyanın, çevresinde oluşturduğu şaşkınlığa şaşırır.

İnsanlar hep değer görmek ve biricik olmak için alma eylemini sömürüye dönüştürmekten çekinmezler ama vermeye gelince pintilikleri tutar çoğu zaman. Görünür hale gelen isyanı bile görmezden duymazdan gelme, yok sayma işlerine gelir. Sömürdükleri ve içini boşalttıkları kişi dile gelince, ya çok değişmiş yada artık o göstermedikleri sevgi ve değere bile layık değilmiş gibi davranıp konuşmaya başlarlar. Amaç bir şekilde kişiyi tekrar manipüle edip, kendini sorgulama aşamasına getirmek ve alışık oldukları vermeden alma, değersizleştirerek kendilerini değerli hissetme zamanlarını doyasıya yaşamaktır.

Oysa hayatın nasıl bir sonu varsa, hayatta yaşanılanların da bir sonu vardır. Verme eylemi alışkanlığının önce kendine ne kadar zarar verdiğini hissetmeye başlayan kişi, kendini ve beklentilerini anlatmaya, anlaşılmaya çalışır. Manipulasyonlara verdiği tepkiler büyümeye, anlaşılmamak öfkeye dönüşmeye başlamıştır. Kendi içsel çatışma döngüsünü tamamlayıp, sınırlarını çizmeye başladığı anda ise hayatını artık düzene sokma, elenecekleri listeleme zamanı başlar. Kişi işinde, eşinde, ailesinde, arkadaşlarında görünür ama çoktan gitmiştir, kimsenin haberi yoktur. İnsanlar fiziksel gidiş olmadan, ruhun, aklın nasıl kendini kurtarıp firar ettiğini öyle kolay anlayamazlar. Toksik ortamların getirdiği iç sıkıntılarından, sınırlarınızın ihlal edildiğini düşündüğünüz ilişkilerden, değerleriniz üzerinden yapılan manipülasyonlardan, başkalarının söylem ve davranışları üzerinden kendi değerinizi belirleme alışkanlığınızdan vazgeçin. Kimse değer katsayınızı sizin için derecelendiremez, sevgi ; istendik davranış karşılığında koklatılacak bir ödül olamaz. Sizi gerçekten siz olduğunuz için sevenlerle, değerlerinize ve sınırlarınıza saygı duyanlarla yolunuzu kesiştirin. Bazen mutlu olmak ve iyi hissetmek için vazgeçmek gerekir; her vazgeçiş yeni bir başlangıç olur. Mutlu olma umudunuzu kimsenin çalmasına izin vermeyin; çünkü mutluluk için başkalarının size biçtiği değer ve onaylanmalara ihtiyacınız yok. Hayatta kendi değerlerinizle mutlu, kendinize sevgi ve saygı göstereceğiniz sınırlarınızla huzurlu, sadece siz olduğunuz için sevileceğiniz ortamlar içinde neşeli günler dilerim.